Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu

5 Eyl 2017

EYLÜL

Sonbaharın ilk ayı... Benim doğum ayım. Ne severim ben bu ayı , bu mevsimi. Sonbahar iç motivasyonumuzun en yüksek olduğu mevsimdir aslında. Üretmek , çalışmak başarmak isteriz. Kendimize yeni hedefler belirleriz, harekete geçeriz. Hep sevdim bu mevsimi , haliyle Eylül’ü. Son iki yıldır da Ekim’i. Kızımın doğum ayı, tabi ki de çok seviyorum. Bu dünyanın en kıymetlisi Ekim ayında geldi bana. İkimizde sonbahar insanıyız işte.
Dinginlik dolu her yer , içe dönme , sessizlik. Akşamları serinleyen havalar, gündüzleri düşen alacalı gölgeler... böyle hissettiğimden midir nedir, baktığım fotoğraflarda sanki hep böyle. Artık insanlar Eylül’e dem vuruyor, bu çok hoşuma gidiyor, eskiden sanki daha mı az kıymeti bilinirdi nedir. Konuştuğum insanlarda , baktığım fotoğraflarda hep güzel kelimeler, hep güzel anlar, anılar. Sakin sakin okuyan insanlar, basitliğe, sadeliğe dem vurmuş olanlar ;kahve pişirip kokusunu içine çeke çeke başında bekleyip tadına varanlar. Yazanlar , kendi dünyalarında minik minik üretenler hatta kışa hazırlık yapanlar, konserve hazırlayanlar, turşu kuranlar... böyle ki güzellikler işte, güzellikler getirsin ömrümüz bize. Biliyorum hep güzeli göreceğiz.

Hoş geldin Eylül, bunları yazarken bir yandan da bahçedeki ağaçlar senin tatlı esintinle dans ederken; o güzel gölgelerinin duvara yansımasını izliyorum. 

Devamını oku »

12 Haz 2017

KENDİ HALİNDE

Kendi halinde olan insanları çok seviyorum. Onlara baktıkça içim huzur doluyor, dinginleşiyorum ve ilham alıyorum. Hepimizin kendimize ait dünyası var esasında. Ama sanki artık pek azımız adapte olabiliyor bu gerçek dünyaya. Çünkü etrafımızla o kadar meşgulüz ki hepimiz... kesinlikle iç sesimizi duyamaz olduk
Sosyal medyada da böyle insanların hesaplarını takip etmeyi , böyle olduğuna inandığım arkadaşlarımla, uzun uzun konuşmayı ve vakit geçirmeyi seviyorum. Bu insanlar ya da böyle yaşayanlar tabi ki de kendilerini dışarıya karşı izole etmiş değiller; aksine son derece sosyal, gülmeyi eğlenmeyi çok da seven, yaşamdan haz duyan insanlar. Ama söylemek istediğim çok farklı bir şey, yani bu kendi kendine yetebilmek gibi bir şey sanırım. Mesela bakıyorum, çok güzel şeyler yapıyor, elinden neredeyse her iş geliyor. Boyama yapıyor, dokuma yapıyor, evdeki eski eşyaları onarıp revize ediyor, sanatla uğraşıyor, okuyor, pasta yapıyor, çocuğuyla bisiklet de sürüyor. Ama bunları bangır bangır bağırmadan yapıyor , sadece paylaşıyor. Ne gelecek olan ‘like’ ları hesaplıyor ne de reklam olsun, kendimi göstereyim, insanlar beni alkışlasınlar diye bir çabaya giriyor. O paylaşmak ve göstermek arasındaki ince çizgiyi yakalamış. Sadece yaşıyor, bunu da büyük bir uyum içerisinde yapıyor.

Keşke hepimiz birazcık kendimizi bu yönde törpüleyebilsek , akışa güvensek, sade ve huzurlu yaşamanın önemini kavrayabilsek... bebeğimiz uyuduğunda yaptığımız anne kahvesinin hazzını daha çok duyarız bence, ya da başladığımız sporun, diyetin kendimiz için olduğunu kavradığımızda. Paylaşmanın, anı biriktirmenin bilincine vardığımızda. İşte böyle insanlar var, aralardan seçin bulun onları. İnanın onların ahengi, huzuru size bulaşacaktır. Böyle insanlarla yakın olun. Kendi kendine yetebilen , kendi halinde olan güzel insanlar...

Devamını oku »

8 Mar 2017

AEDEN

Ne istiyorum biliyor musunuz , Azra Kohen hep anlatsın...bütün bunlar beynimize, benliğimize yerleşene kadar anlatsın. Çünkü öyle güzel anlatıyor ki, seni öyle bir yerden vuruyor ki, bütün bu gerçeklikle sarsılıyorsun. Anlamaman imkansız hale geliyor. Azra Kohen’in ilk üçlemesini okuduğumda  da benzer bir his duysamda, Aeden’i okurken daha da başkaydı bu his. Daha çarpıcı,daha vurucu, daha çok içime akan;gözlerimde ,nefesimde hissettiğim yüreğimde sızı olan. Sanki böyle aşk gibi bir şey..
Uzun zaman bekledim çıkmasını kitabın; çünkü yazara güveniyordum , inancım tamdı, muhteşem bir şey gelecekti bu beklentinin ardına. Ve okurken kuvvetle, hem hemen bitirmek, hem de hiç bitmesin istemek ikileminde gittim gittim geldim. Okurken de farkettim ki o ‘nefesini tutmak’ deyimini gerçekten yaşıyordum. Nefesimi tutup okuyordum... kitaptaki bilginin büyüsüne hapsolmak ve bütün masalsılığı reddetmek...her anın içinde kayboldum. Bazen yaşlar süzüldü gözümden , bazen yüreğim sızladı ince ince ; ama umut doldu daha çok. Olamaz mıydı , olabilirdi elbet... tıpkı hep inandığım gibi: bu hayatta her şey mümkün.
Azra Kohen, gerçekten bütün övgüleri hakediyor. Benliğini bilgiyle , bilinçle donatıyor. Ve bunu yaparken kimsenin gözüne sokmuyor, aksine aklına sokmaya çalışıyor. Bana göre zamanın dehası! En önemli farkındalık yazarı ve sanırım dünyaya geliş amacını çoktan keşfetmiş. İnanıyorum ki bu dünyada çok daha fazla yere ve insana ulaşacaktır. Aeden ‘den sonraki kitapları da çarpıcı olacaktır eminim ; ama Aeden kesinlikle okullarda okutulmalı, bu kitabı okumak bir şekilde zorunlu olmalı.


*ilk üçlememi imzaladığında , bana şöyle bir not yazmıştı : Elif, Çukurova’da yaşıyorsun, o bereketli topraklarda, lütfen organik tarımla ilgilen. Dinle bizi gerçeğiz ve geleceğiz. BİZ.  Buradan onu yanıtlamak istiyorum, ilgileniyorum, bunu layıkıyla yapabilmek içinde çok çalışıyorum. ‘BİZ’

Devamını oku »

21 Şub 2017

İlham Perilerim

Hayattaki en büyük ilham perim , blogun adından da anlaşılacağı üzere Mina. Kızım... Onun doğumu bana çok şey kattı ,hala da çok şey katıyor. Bunları kaybetmek istemiyorum. Onunla yeniden doğduysam , yeniden büyümek istiyorum.
Kafamın sürekli meşgul olduğunu söylemiş miydim bilmiyorum ; ama kafam hep meşgul! Hep bir şeyler yapmak peşindeyim. Bu halimi seviyorum; çünkü beni motive ediyor, enerji veriyor ve de ayakta tutuyor. Bazen birikiyor, sıkılıyorum , vazgeçmeye yelteniyorum, yoruluyorum her insan gibi ; ama bir süre sonra her şey gibi geçiyor zaten bu da. Bu yılın başında ilk kez ,kendime ‘hedefler’ diye bir liste hazırlamadım. Akışına bırakmak istedim. Akışına bıraktıkça şekil aldım , yol aldım, kolayladım. Düşünmedim , korkmadım, endişelenmedim. Ben yola gireyim de , o yolda yürüyeyim de yol beni kendi götürsün istedim. O yoldayım... Sadece ilk kez planlama yaptım. Günü, haftayı bazen de saatleri böldüm. Bu bana inanılmaz iyi geldi. Düzenledi , rahatlattı. Bu plana uydukça , sonuçları gözümde büyütmekten vazgeçtim. Eskiden sadece sonuçlara odaklandığım için çok şeyden vazgeçtiğimi anladım. Sadece yürü dedim yine kendime.
Elbette sadece kafamın meşgul olması beni motive etmiyor, sadece bu ilham vermiyor. Bazen kendi kendime yaratıyorum , bazen anın farkına varıyorum , bazende o gelip beni buluyor. Kimi zaman dinlediğim bir müzik , ki her gün mutlaka müzik dinlerim ve iyileştirici gücü olduğuna inanıyorum. Kimi zaman kısa bir öykü , kimi zaman sadece basit bir fotoğraf, bir film , bir replik , yeni tanıştığım bir insan , bir makale, takipçisi olduğum bir insan ,bir youtuber, çoğunlukla bir kitap , işim , arkadaşlarım , eşim , kahve , yeni gittiğim sıcacık bir mekan , kedim , doğa , ailem ,büyük olmasa bile küçük seyahatler , kimi zaman güneş kimi zaman yağmur, öğrenmek , bilgi ,zeka, çalıştıkça çalışmak , üretmek... öyle çok ki. Farkında olmak , olabilmek yetiyor bazen. Eğer kendim için bir farkındalık yaratamazsam , o derim kuyuda kaybolacağımı biliyorum. Önceliklerimin bilincinde, farkında olarak akışta yol alacağımı biliyorum artık.
Bazen tek ihtiyacımız olan , kalbimizi zihnimizi açacak basit bir anahtar. 

Sevgiyle ...

Devamını oku »

5 Oca 2017

‘ Mina ‘ Senin İsmine İthafen Kızım

Yıllar önce bir kitap okudum. En sevdiğim türlerden , otobiyografi. Okudukça okuyasım geldi. Bu yazarın bu türde okuduğum ikinci kitabıydı. Ne kadar gönlü geniş, ne güzel demiş, ne iyi etmiş, ne güzel gezmiş diye diye okudum. İçimden şöyle bir şey geçirdim. Net olarak hatırlıyorum :’’ Böylesi yaşamak artık bana uzak mı ? bu özgür, umursamaz ruh doğarken mi gelmeliydi benimle yoksa bu hayatı daha önceden mi seçmeliydim. Eğer ben yapamasam bile , bir gün kızım olursa istediği hayatı seçsin, ben onun yanında olacağım. ‘’ Hangi ruh haliydi bunu bana düşündürten bilmem ; ama böyle söylemiştim işte kendi kendime. Bir de ilginçtir ki , bu ismi yazarın ismiyle birlikte ilk kez duyuyordum ve içimden sürekli tekrarladım. Mina , Mina, Mina... Bir kızım olsa bu isim nasıl olurdu acaba.( Kim düşünmez ki böyle şeyleri ?) Bu kitaplar : İng. Edeb.Prof. Mina Urgan’ın Bir Dinozorun Anıları , Bir Dinozorun Gezileri.
Bu kitapları okuduktan nice sonraları canımda seni taşıdığımı öğrendim. Sonra cinsiyetini. Sana yakışacak, seninle bir bütün olacak bir isim bulmak gerekirdi sana. Hem manevi , hem de pek güzel anlamı ya da anlamları olan bir isim. Bir dünya ismi olsun bir de. (Yine okuduğum bir kitaptan bir isim vardı aklımda esasen; ama sana Mina yakıştı işte ) Daha önce içimden tekrarladığım isim aklıma düştü: Mina. Daha önce anlamlarına bakmamıştım. Baktım, baktım ki ne göreyim.
Cam demekmiş , camın ana maddesiymiş. Camın berraklığını, saydamlığını , netliğini  pürüzsüzlüğünü alsın dedim kızım.
Sonra baktım liman demekmiş. Allah’ım dedim, ömrümün sonuna kadar; canımı, ruhumu, yüreğimi bu kıza, bu limana demirleyeceğim dedim.
Gökyüzü demekti. İşte dedim, sonsuzluğun parçasını taşıyorum içimde. Benim gözümün gördüğü gökyüzü,benim sonsuzluğum, sonsuzluğa olan inancımın parçası olsun dedim.
Değerli, kıymetli demekti. Benim daha kıymetlim olabilir miydi artık ?
Ve de iki ayrı dilde , iki ayrı coğrafyada Aşk demekti. Aşkın en somut halisin işte, aşkın en gerçeği.
Mina... Kutsal topraklarda bir yerin adıydın. Benim kutsalım.
İşte bunların hepsi ; ama hepsi hatta milyon kere fazlası sendin !
Mina , ömrümün başka boyutu , başka hali. Adınla yaşa. Öyle uzun, öyle güzel yaşa ki bilmem bir kaç neslini görebilesin.
İyi ki geldin özüm.

(Hangi anne evladına aşık değildir ki ? Bu yazıyı 28.09.16 da bir gece yarısı yazdım)

Devamını oku »